Salı, Aralık 18, 2007

Kısır Tartışmalar

Saat 21 oldu arkamda 3 erkek 1 kadın konuşuyorlar. Erkeklerin kadınlara sorular sorduğu ve cevaplarını beklediği sohbetlerinden biri. Aralarına yeni katılan kadını tanımaya çalışıyorlar. Ülker mi Nestle mi alırsın? diye bir soru soruyor
benim muhafazakar yanlarını bildiğim S. den geldi soru?

Kadın: Şöyle düşünürüm, Ülker yerli Nestle değil ve Ülker alırım heralde :S
S. :Ülker yerli mi? Suriye ye gitmiyor mu?
Kadın: Hıı Neyse ya
Erkek korosu: Hahahaaa

Bu tip kısır soruların hiçbirine net cevap alamayıp çok eğleniyorlar :) tam arka masam da .

Bense onlara göre, şu an konuşmalarına tam olarak ilgisizim.
Ahh bir bilseler, onların konuşmalarını online şekilde blog alemine afişe edip, dünyalarıyla nasıl eğlendiğimi ..
Birazdan yazımı yayınlar yayınlamaz, arkama dönüp sohbetleriyle ilgilenmeyi düşünüyorum.

Bu soruya lise den beri cevap verebiliyorum çok şükür :)

Pazar, Aralık 09, 2007

Mimlendim

Mimlenmekten kurtuluş yok diyor Artemis..

Blog deryasında; vefalı, güzel dostumun mim soruları ve cevapları, hemen sorunun ardına ekli

1. Blog yazmaya ilk defa nasıl başladım?

İki çılgın arkadaşımdan biri; en çılgını, en araştıranı, perim olanı, bu blog işlerine soktu bizi, bir bir - tatlı tatlı anlatmaya uğraştı.
Blog nedir? diye önce Anemon'dan duydum. Sonra aramıza Peri geldi. Bir süre dinledim onlardan ve o anda açmak istedikleri sayfamı, zaman isteyerek erteledim. Bloglarda oluşmuş diğer sayfaları inceledim, okudum. Bir çok kişinin yazısını, yakınımmış gibi hissettim. Böyle derin bişey ! İnsana dair duyguları görmek çok güzel, sanki unutulan bir şeyler var bu sayfalarda.

En çok da yorum kısımlarıyla renklenen yazılardan sonra, kafamda blog alemine dair, dağınık bakışlar oluştu. Buna rağmen, geneli için "yaşayan, konuşan günlükler bunlar" dedim ve kendi yeni tanımlamamı buldum. Ardından da kendimi keşfettiğim, yolculuğuma başladım ve Sanallık her yönüyle Karalanmalı böyle çıkış yaptı.


2. Blog yazılarımın konusu belli bir çizgide olması için çaba gösteriyor muyum? Yoksa içimden geldiği gibi mi yazıyorum?

Aslında ilkokul zamanlarımda ki kompozisyon ödevleri ve ufak mektuplar dışında kendini yazıyla yada şiirle anlatmayı denemeyen birisiyim ben. İlk yazım da bu nedenle zorlu oldu. Ne yazacağımı nerden başlayacağımı bilemediğimden, eski bir mektubumu ekledim. Önceleri kimse beni duymadı ama iki çılgın arkadaşımın desteği, itelemesi ve kalemi elime alışım bundan sonra devam etti. İlk mektubum şu anda draftımda duruyor. Nedenini sormayın. :)

Belli bir çizgide mi! sorusuna cevap veremiyorum. Ruh halime göre yazıyorum. Kendimi anlatmak, beni çok zorladığında; etkilendiğim bir resmi veya şiiri kullanıyorum. Hepsinde kendime döndüğümü bilerek veya bilmeden. Yalnız bir çabam var; karışık içdünyasıyla yazdığım hayat ve buna algımı anlatırken, basit ama düzgün bir anlatım sunmak istiyorum. Bunu da yapabildiğim kadar, elimden gelebildiğince, defalarca kelimelerle oynayarak.
Nede olsa; insanın gönlünden geçen, dilinden çıkan ve kaleminden dökülen birbirinden o kadar farklı ki!

3. Blog yazmak için gün içinde bazı şeylerden feragat ediyor muyum?

Severek yazdığım yazıları, yaşadıklarımla arttırırken, rutine bağlamak, iş gibi görmek istemeyişimdendir, yazmak için hayatın akışından feragat ettiğim söylenemez.
Yaşayamıyorsam yazamam. Çünkü teknik konularda eğitim aldım, sözel yeteneklerim çok gelişmedi ayrıca yazı-blog işine karşı önyargılı biriyim seçici davranıp, aklımdaki ifadesi gibi bakıyorum
Artık o sadece blogger değil Yaşayan Konuşan Günlük Hayatım, hiç olmadığım kadar dışa vuran sesim, önce yaşamalı ve bu aleme gündelik işlerden feragat ederek yazmak sığar mı hiç?
Yazmak bekleyebilir, yaşamaksa hiç bekledi mi? :)


4. Blog yazmak benim için eğlenceli bir uğraşken şimdi artan bekleyiş yüzünden zorunlu bir hal almaya başladı mı?

Çok kısa aralıklarla, çevremdeki insanlar bu konuda biraz zorunluluk yarattılar ama genel bir durum değil
mesela şu konulu yazı yaz dendi
yada beni ne zaman yazacaksın?
ama hiç kimse gündemdeki bir olay hakkında yazı beklemedi benden.
Bloggerlar, duygusal olmamı tercih etti.

5. Blog yazmayı daha ne kadar sürdüreceğim?

Yaşadığım, iyi kötü süzgeçten geçirebildiğim, akıl sağlığım yerinde olduğu sürece yazabilirim desem fena olmazdı.
Bunu diyemiyorum.
Bir bitiş yada sürüş yok.
Blog taki yazılarımı önemseyen, duygusal biriyim.
Şunu biliyorum, bu sayfayı istesem de kapatamayacağım.

Perşembe, Kasım 01, 2007

Ocak ta Yaz


Ocak ta tüm maceracı ruhumla, resimdeki şehre ve yaza gidiyorum.
Başka ülke,
Başka deniz,
Başka mevsime..

Çıkış, kaçış, uyanış veya 2008 de güneşi takip edip
kış görmemek içindir :)
zaman artık tersine akmaya başladı ve iyi bir deneyime hazırlıklarım da hızla devam ediyor..

Cumartesi, Ekim 06, 2007

Çıldırtan Detaylar

Çıldırdıklarım mimi dalgalar halinde yayılıyor.. :)

Direkt anlatıvermekte bir sakınca yok :) kişiler hayal ürünüdür biline ve kimse üzerine alınmaya lütfen yada alının! daha iyi

1.
çoğu maskeli, çeşit çeşit insan var maskelerinin farkında değilsem sorun yok. Farkına vardıkça gelde çıldırma :)
Mesela o gülümsemene çıldırıyorum ! çünkü artık farkındayım senin;
hani böyle sinekten yağ çıkarırcasına, küçük hesaplarınla hareket ediyorsan, gülümseyerek konuşuyorsun.
2.
Banka'da numara alıp sıramı beklemeye başladım. Banka dedimse, Ziraat Bankası yani... anlayın işte! herhalde sıra gelir, yetişir umuduyla beklerken; geçen 1 saat 45 dakikamın sonunda kalan 3 kişiye
-sistem bozuldu, gişe kapandı bundan sonra işlem alamıyoruz
gelde dayan.. yaa şunu baştan söyleyin de, gidelim dimi!
3.
Servisi sadece durakta beklemediğim için o on adım gerisinde bulunduğum, durağa koşsam da, göz göre göre durmayan servis şöförünün, hizmet etmekten çok kuralcı davranış tarzına
4.
İsminden, cisminden önce ne iş yaptığının veya statüsünün arkasında kendini ilah gibi görenlere..
5.
Herhangi bir şey okuyamayanın;
vakit bulamıyorum bulsamda odaklanma sorunum var, bana öyle bir kitap ver ki! ilgimi çeksin
roman olmasın,
bol tarihsel konulu,
böyle akıcı,
şöyle itici olsun
deyip de verdiğin, önerdiğin kitapları kitaplığından seçip, sonra almadan ayrılanlara ve bu yaptığını sonra hiç hatırlamayan, bir daha bu konuyu da hiç açmayan :)
ve bu şekilde mutlu daha kendini tanımadan, boyundan büyük davrananlara
6.
Bir başkasının hayatını yine bir başkasıyla konuşurken; onun şartlarını kendininkilerle karıştırıp, ahkamı kuvvetli olanlara
7.
yeteri kadar dinleyemeyen dolayısıyla basit bir şeyi bir kere söylediğinde anlamayan
8.
trafikte genelde bayanlara dilini sallayan, elini kaldıran, arabasını sıkıştıran
çoğu genç, çoğu ne yaptığını bilmeyen adam bozuntularına çıldırıyorum

daha fazla anlatırım ama şimdilik birinin bu yazıyı durdurması gerek.
Artemis ne iyi oldu, bu miminle oh rahatladım ya! :)

Pazartesi, Eylül 17, 2007

asırlık davalar

Belki bin yıllık davalar vardır insanlık tarihinde doğruluğu onaylanmayan, içinden çıkılamayan, hangi taraf olduğunuz, doğumunuzda belirlenmiş ve bin yıllık giysiyi üzerinize giyinmişsinizdir.
Bazıları sadece kendi giysilerinin doğru olduğunu ve bunun herkeste aynı olmasını savunulabilir. Ne büyük bir narsistlik !

Avrupa'da yayın yapan kanallar dan izliyorum. Almanya'da halen devam eden daha çok okullarda ki, ırkçılık ve asimilasyon (yabancı entegrasyonu diyorlar) çabalarını gösteriyor

Yabancı bir ülkede yaşamak;

bir şekilde yerli toplum, yabancı topluma yabancı olduğunu hissettirir değil mi?

Yabancılar dairesi, İşçi bulma kurumu, her yaptığını didik didik eden evraklar, onay süreçlerin de gidilen kurumlar

kişiye, karşısındaki tarafından değersiz bir yabancı olduğu her defasın da hissettirebilir. Çözümsüzlük yaratan asırlık davanın büyük kilidi DEĞERSİZLİK

Entegre olmaya çalışan yabancı, değersizlik yaşadığı yerden uzaklaşır ve aradaki uçurum daha çok derinleşir. Yabancıysan; ekonomik sorunlar, işsizlik, terör olayları sana mal edilebilir.

Herkes için geçerliliğini koruyan bir düşüncedir, "kişilerin etnik kökeni ne olursa olsun, bulunduğu topluma kendi kültürünü, dilini koruyarak entegre olmak ister" bu o kadar doğal ki.

Yabancılara; topluma hissettirilmeden, farklı baskı yolları uygulanarak, yaptırımlara çalışılırsa bu asimilasyon olur ve yabancılar tarafından ters tepki görür.

Amerika'da zenciler, istikrarlı şekilde davalarını sürdürerek belki daha fazla kan dökerek, kölelikten kurtulsalar da, üzerlerindeki asimilasyon içten içe devam ediyor, devam ettikçe de karşılıklı etkileşimlerinden kaçınılamaz

Bilemiyorum evrimimizle tamamlanır mı bu sorunlar.

Şimdi dışardan kendimize bakalım.

Kürt, Türk, Çerkez, Süryani, Ermeni, Alevi, Sünni... v.s. biz büyük bir uygarlığız ama bu uygarlıklardan bir o kadar uzağız.

Televizyonlar da sanki tek örnek ülke insanlarını seyrediyoruz. İsmi verilmeyen, adetleri aynı bir toplum.

Uygarlığımızın, köklerimizin olması çeşitliliğiyle güzel bir sahne yaratıyor ve hepsi dekorumuzun belki de anlaşılması zor parçaları. Bizim uygarlığımızda da farklı giysilerimiz var

Peki bizde yok mu asimilasyon davası ?..

Toplum da bir yere koymadığınız, konuşurken, farketmeden değerlerini hiç ettikleriniz,

İnsanlar yakılır mesela, insanlara işkence edilir,
İsyan edenlerin hataları söylenir, tarih yok sayılır bu kolaydır değil mi? An konuşur,
Uygarlıklarının, tarihlerinin karşısında, çıkar o giydiklerini onlar yanlış demek, çarpıtmak.

belki her yerde, insanların asırlardır yaşadığı bu olaylar da
belki de çoğu zaman görmezden gelir, unuturuz...

Peki gerçekte !
Almanya da ana dil unutturulabilir mi? mümkün olur mu? Öyle ki; mesela uykusunda, Türkçe, Kürtçe, Lazca v.s. yerine uyum sonrası Almanca sayıklar mı?

Zenci biri, sadece deri rengi yüzünden kara bela, yada köle olur mu?

İnanışı kabul görmeyen, hatta inanışları bitirilen, bildiği kadarını bile gizleyen korkan v.s.
inanarak sizden olur mu?

Bu nasıl bir bekleyiş ! Böyle milliyet, böyle insanlık kavgası davası olur mu?

Uygarlığına sahip çıkmak isteyenleri,
ya isyankar ya da inançsıza dönüştürme çabası, asimilasyonun hangi basamağı ?
sonra bundan dolayı
"Hepsi inançsız! bunlardan adam olmaz... yaşıyor mu bunlar" demek olur mu?

Peki her olayda çuvaldızını, güçsüze batırmak olur mu?

Salı, Eylül 11, 2007

renkli dünya

Eleştirmek biraz muhalif bir ruhun gereği anlayamadığımsa eleştiriyi sevenlerin bir kısmının eleştiriye tahammül edememesi , en doğrunun kendisinin olduğunu düşünmesinden midir ?

Yıl daha bitmeden yakınım 4 kişi aniden gitti. Kayıplar arttıkça, sorgulamalarım azalıyor

Bu hayatın tadına varmak,

kendi kabuğundan ve bildiklerinden biraz sıyrılmak,

sevmediğim, aklımın almadığı şeyleri bile tarafsızca yaşamak gerekir belki..

Şu kadın programlarını sevmem mesela neden sevmem ki dedim!

Bildiklerimi unutarak,

bakalım neymiş, hem eğlenceli duruyor! bazen bilip konuşmak lazım :)

Programlar için ayarlanan Altur minibüsleriyle yola koyulduk, gerçekten yaptım, hem de annem babamla beraber..

Kişi başı 3 milyon para aldılar hem alkışçı olarak gidip hem de üzerine para verdik

önce Petek Dinçöz ün programı sonra Esra Ceyhan planlanmış.

Sabah programı için 6.15 te evden çıktık. Her yolcu için ara sokaklara girildi. Herkez birbirini tanıyor ve yol boyu bir tek sabah programları konuşuldu. Bundan keyif almak istesem de olmadı. Hiç konu değişmiyor varsa yoksa bu dünyadan laflar ediliyor ayrıca sabahın körü böyle dinamik olabilmeleri çok ilginç.

Annem mutlu, hem ufak bir gezinti yapmanın keyfinde hem de kendine yönelik dertlerle yapıldığını düşündüğü bir programı, üstelik basit bir dille konuşan sunucu da kadın, onu izleyecek olmak, her denileni anlayabilmek, belki aralarda üzülmek bile güzeldir O'na

bazense ohh eğlenecek el sallayıp katılacak, yani felekten bir gün...

Babam deli oldu ; bir daha kimse beni getiremez diye söyleniyor, omzunda uyudum biraz.. ona da iyi geldi .. kafam omzundan her düştüğünde elini yanağıma koydu

nihayet programdayız, izdiham sayılacak sayıda kişi yoktu.. yer gösteren kişiler tarafından yerimiz belirleniyor.

önlerde olmak marifetmiş bir çoğu bu nedenle kendini iyi hissedettiklerinden, rahatlıkla oturduk tabii en arka sırayı kaptık.. işimiz kolay oldu.

Stüdyo, ne görkemli ne büyülü değil. Ses ekrandaki gibi ayarlanamıyor, kısık bir ses duyulan ve konsantre olmak zor geldi. Acemilikten galiba ben zorlandım.

Daha ben ne olduğunu anlayamadan biri hop oturup, hop kalkıyor evet sonunda konuşma hakkını kazandı.. Bu kadar saçma bir laf etmese konu bu kadar uzamazdı falan filan. Burda herşey garip, o kadar çok anlatılabilirim ki

Uzun lafın kısası

Böyle bir sahnede yer edinemedim
burda düşünülenlere seyirci, kendi dünyamın konforunu özledim.
Kimseyi çekiştirmeden, saçma, sahte, oyun kurulu gündemlerle kendimi kaybetmeden, sorunlarım için kapı kapı dolaşmadığım için
acaba bana yardım eder mi? iş bulur mu? evlendirir mi hastaneye götürür mü? bunları yaparsa bugünü yırtarım, yapmazsa yarın yine gelirim elbet bir gün bende TV de çıkarım dertlerim olmadan yaşadığım için

Zor zamanlarımda seçenek yaratabilmeyi öğreten, bana bu hayatı kazandıran aileme ve tüm bunları, tekrar unutmayacağım şekilde farkettiğim, bu günüme şükrediyorum.
Ne güzel bir hayatım var.

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

Panayır yeri

Panayır yerleri veya Festivaller
şayet festival diye tam bir panayır yerinin ortasında kalırsanız, ikisinin ne kadar ayrı şeyler olduğunu görebilirsiniz..!
Gerçi şu anda Panayır kısmını değil, kısmende olsa festival aradığım için bu kısmı anlatmak istiyorum..

Heyecanımla, gençlik umudumla katıldım festivale

Nice efsaneler yaratan müziktir, Rock müzik..
yaşamı, felsefesiyle doğan, özgün bir müzik nede olsa.. İsyanı da, eleştiriyi de buluruz dinlerken Cem Karaca yı, Erkin Koray ı, Bulutsuzluk Özlemi'ni, Yaşar Kurt'u, Moğolları v.s.
ve bunlar birazda politiktir..

Eski örneklerinden yola çıkarak böyle düşünmüş olmalıyım..


Meğer herşey ne büyük hızla değişiyor, gördüklerim kısmına geçiyorum

Panayırdan seyir notları;

Tüm günümü, haftasonumu ayırmak istediğim yerde 4 saat durabildim..

evet kabul etmeliyim kısa vadede geleceği doğru öngöremedim :)


4 saatte en beğendiğim, anladığım, keyif aldığım ilk yer
Fransa dan davetle gelen, halen üniversite de akademisyen olan konuşmacı oldu..
Onun dinlemek içinde olsa, gitmek güzeldi! diyebileceğim, buna değen tek nedenim

Sorbonne Üniversitesi olaylarını dinleti şeklinde paylaştı bizimle. Üniversiteyi işgal eden, öğrenci hareketinin nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte konuştuk
Hatırlayanınız vardır;
300 öğrenci tarafından, iş yasa tasarısını protesto etmek amacıyla işgal edilen üniversite, işgalin üçüncü günü polislerce boşaltılmıştı :)

Zamanın gerikalanı ise kendi yüzünü, 10 larca kez çivilemiş ve her çivisiyle kendini daha iyi zanneden, bildiğiniz kırmızı, mavi saçlı, marjinal olmak derdiyle apolitikleşmiş hatta kendi toplumunun farkında olmayanların daha çok bulunduğu bir rock festivalinde, gözlemle geçti. Gündüzleri nerde bu çocuklar sahi?

Sayın politikler görev tamamdır ..
Yüzler boyanmış,
çiviler çakılmış, piercing adıyla beynin en derinlerine,
konuşmalarda ise,
herşeye boşveeerrr..
1 milyonun vaar mııııı?
varılması gereken yere varılmıştır..

İşte umut vadeden yerden izlenimlerim,
içiniz huzurlu olsun çoktan görev tamamlanmış politik beyler..

haa bu arada benim gibi oraya umutla gelenleri farketmedim değil ama dedim ya 4-5 saat yetti bana..

tüm olup biteni anlayamamışta olabilirim
belki çok derinler farkedemedim
belki de kötü bir rüya !

Cuma, Ağustos 24, 2007

Barışa Rock Festivali

BarışaROCK
Hep ne yaptığımı anlatacak değilim ya
biraz da haftasonu planlarımı anlatayım; çok eğleneceğim, güleceğim, yorulup çok mutlu olacağım.
Gezi planım, Bahçeköy e gitmek.. hepiniz davetlisiniz üstelik
gelin gezi hikayemizi birlikte oluşturalım..

Bu bir konser DEĞİLDİR, bu bir FESTİVALDİR

Irkçılığa, işgalciliğe, Savaşa, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)'ye, Yasaklara, Cinsiyetçiliğe, İMF'ye, Nükleere, Özelleştirmeye, Homofobiye, Milliyetçiliğe, çok uluslu şirketlere, Militarizme, ÖSYM'ye .

Barışa Rock bunlara karşıdır..
En önemli özelliği ise dünyayı seviyorsan sende buraya ek yapabilirsin

Festivale girmek, bu grupları dinlemek tamamen ÜCRETSİZDİR,

Festivalin Sahne Programı:
Cumartesi
12:00 The Blow Up's (İngiltere)
12.45 Erdal Bayrakoğlu
13.30 Gevende
14.15 Kara Güneş
15.00 Çilekeş
15.45 False in Truth
16.30 Deli
17.15 Çamur
18.00 Zardanadam
18.45 Demirhan Baylan
19.30 Aylin Aslım
20.15 Işığın Yansıması
21.00 Moğollar
21.45 Mehmet Ali Alabora konuşması ve Savaşa Karşı Ses Çıkar
22.00 Mor ve Ötesi
22.45 Final

Pazar
12.00 Pinhani
12.45 Yolgezer
13.30 Soulitary
14.15 Koma Revşen
15.00 Kara Kedi
15.45 Anima
16.30 Catafalque
17.15 Nidal (Suriye)
18.00 Turgut Berkes
18.45 Redd
19.30 Demir Demirkan
20.15 Yaşar Kurt
21.00 Kurtalan Ekspres
21.45 Kardeş Türküler & BGST
22.00 Bulutsuzluk Özlemi
22.45 Final

Salı, Ağustos 21, 2007

Benim Kokularım

Goddess Artemis beni mimlemiş, hemde öyle böyle değil :)
konumuz, kokular olunca aklımdan bir sürü şey geçti..

Kokuları severim, iyi yada kötü olsada; bazen kötü kokması da uyarı değilmi!
kokular nede olsa duyumsatır, ifade katar, anlamamızı sağlar..

Yediğim herşeyi önce koklarım şu an bunu yazıyor olmak komikde gelse,
tabii menüden seçerken çoğu zaman bunu yapamıyorsunuz..
sadece öğle yemeğini alırken, açık büfedeki zeytinyağlılara karşı bu muameleyi yapabiliyorum koklamadan zeytinyağlı alamam.

Bence bu ne yiyeceğini anlamakta çok kolay bir yöntem, gerçek lezzet kokusuyla bütündür ve o anda anlamlanır.

Kim sevmezki bostandan alınan hormonsuz ve taze domates, biber, kavun, çilek kokusunu ..

Fırında yeni çıkan taze ekmek kokusu, daha bir iştah katar yenilen beyaz peynir, zeytine..

Deniz kokusu, benim için çok güzeldir ayrıca ruhuma iyi bir dinlenme etkisi yaratır nede olsa kıyı kenti çocuğuyum..

Yağmurun, toprakla buluşmasındaki aşkla birlikte çıkardığı kokuyu, kim sevmezki! bu ikilinin birlikte yaydıkları koku, baharda dahada anlamlıdır. Canlılık katan, insanı sokağa vuran cinsten..

Koku bazen daha ön planda ve güzel olabilir;

Izgara, kebap kokusundaki gibi yerken daha fazla lezzet bekletir bunu herkes bilir ..
Kahvenin afrodizyak etkili, davetkar kokusunda da yüksek etki vardır.

Gündelik kullanımda Protex sabun favorim vazgeçemiyorum..

Çıtır çıtır yanan ateşin de kokusu vardır, hele birde o ateşi çıra ile yakıyorsanız. Ya peki önce çırayı kokladınız mı? kokusu hemen ayrılabilir, özgündür.

Kişisel bakımda kullandığım kokularımda, sabit bir marka veremiyorum.. çok parfüm değiştirdim.. daha çok fresh kokulardan hoşlanıyorum.. hiç bir koku tenimde 5 saatten fazla durmadığından, eninde sonunda kokusuz kalırım.

Tam olarak kaybolmuyor aslında

fakat şöyle koridorlardan geçtiğinde, buram buram, iz bırakan biri değilim, uzun süre parfüm kokamıyorum.. yinede severim her ne hikmetse !..

Victoria Secret body splash lar, hala gözdem.. hıı birde YVES' in vücut losyonuna bayılıyorum (Hindistan Cevizli)

Özellikle abartılı, baharatlı olmayan erkek kokuları da favorimdir :)

Son olarak; hiç hoşlanmasam da kokusuyla aklımda kalan bir şey daha var.
İğne, kan alma yada aşı dan sonra pamuğa sürülen, alkollün kokusundan çok hoşlanırım.

Artemis'in de dediği gibi; bizim oralarda davete icabet etmemek, ayıp sayılır..
Şimdi son olarak pas atmak gerekiyor evet sıra sizde---->
Dogaylabasbasa
Elif
Hüssoloji
KumHavuzu
Nirvana
rehav@
Torkunc

Cuma, Ağustos 03, 2007

kül rüyası


konuşma aramızda mı geçti sadece, yoksa içime bir ileti miydi? anlayamadım.

çok uzun zaman geçmiş, yeniden başlama mı? telaşını bile yaşayamadım!
bunu yeniden, yüreğim kaldırmıyor.. nedense güçlü bulmuyorum bu gelişini..
( ..)
yinede akıl;
gönlün hezeyanını yaşar, anlatır, derdini dinler, vefasını sunar, anlamaya çalışır... ya gönül!
bir tıkırtı duydum geçmişimden, arşivimin tozlu ve en arkadaki raflarından
arkama döndüm aniden, bir anlık gezintimde;
uyanık yada uyurken, o en sık gördüğüm, içinden çıkmadığım rüyalarımı karıştırıyordu biri
çok sessizdi, sensin işte geldin.. sonra aniden kayboldu.

O geldi. bir şekilde karşımda oturan oydu biliyorum... birden bu soruna, sonuç koymak istedi.

ve hep öyle kalsın gülüşleri dedirdi içimden biri,
küllerinin altında, her yerinin ne kadar yandığını farkeden, korkak biri, başka ne yapabilir?

elçiye ve dahi kimseye, ateşin koruyla zeval etmeden.. uzaklaştı..

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Alev Alev

alev alev yanıyorum

Buzlarım çözülüyor aşka

Gardım düşüyor, tutamıyorum

Korkuyorum bakışların çarpınca bana

Birbirimize birkaç aşk kadar geç kalmış olmasaydık

Hep yanlış gidenlerin ardından yorulmasaydık .....

Sen ışığını arayan güzel günebakan

Ben tozuna dumanına hasret bir enkaz

Alev alev yandığım doğru

Küllerinden doğar mıyım sana doğru

Kendimi arıyorken olmaktan korktuğum

Yerdeyim Sendeyim

Al beni Ne Yaparsan Yap!..


Feridun Düzağaç

Cumartesi, Temmuz 28, 2007

Açıklama

Yazılarımı günde 10 civarında kişi hala takip ediyor.

Teşekkür yetmez sanıyorum bu vefaya.

Sansasyonu, oyunları olmayan hatta özelini bile tam anlatamayan, yuvarlak cümleli yazılar yazsam da hergün yeni bişey eklenmiş mi? diye kontrol edildiğine göre neden böyle geç yazılar ekliyorum?

buna ufak bir açıklama yapılmalı;
kendimle ne kadar yüzleşsemde, bazen yabancı buluyorum aklımdan geçenleri..

belki bu amatörlük diye düşündürüyorum... bana iyi gelense bu, sebebini bilmiyorum..

anladım ki her gün yazı yazdığımda, iç dünyama bu kadar yakınlık kurmak,
sosyal bünyeme hiçde iyi gelmiyor..
kaybolmak istiyor ya bazen kişi, bende de var bu, uzun süredir.

Tanıdık, değişken ve birde yabancı biriyim kendime.

Bu tanıdığın, her halinden sıkılan ve kavga eden, azda olsa kaprisli, çekilmez dünyasında, gerçekten yazdığım bir çok yazı var..
bloğun draft tında kayıtlı tabii ama her yazıda, editör tarafım kavga ediyor, yayınlayamıyorum

bu yüzden; yazı yayınlama işini, uzun aralarla yapmak şu anda beni daha iyi yapacak.
tabiki bu bir bırakma sayılmaz, uzlaşma olana kadar yazıyorum ama yayında değil.

Pazartesi, Haziran 25, 2007

Geceden Güne Akan

Bekliyorsun; hani hiç olmasa da!
gönlüne işleyecek yağmurları görev edinmişcesine bekliyorsun,

gelmemesi umudunu koruyan bir yanın var, bir yandan da gelmesi ihtimalini kabartan bir iştahla bekliyorsun ...


öldürdüğün pek çok günün hesabını vermeden ve kendine yaptığını bedava sanarak

nede olsa kendine karşı hoyratsın ve kendine karşı nankörlük yaparak zevktesin.


Kendine nankörken, kendinden bildiğine de bunu yapıverirken
aslında garip bir hastalıklı ruhla süregelen geceler,
daha çok düşünür, daha duygusal ve daha narin bir iç sızısı koyar imzanla.


hal budur ki; geceleri gününe katarak sevmeye başlar O'na da bulaşan hasta sevdasında. şiirlerle, müzikle ve o büyük tutkusuyla çevreler, gidenin hiç gelmeyeceğini bilerek.


Geceden Güne akan yazılar yazarsın
gel gör ki, güne döndüğünde bu sayfayı kapatıp
tekrar gecende açıp yinelersin ya..

Sen kendine;

Bir tatlı szı

Bir tatlı heyecanla

geçen gece

Aniden, ne yaparsın böyle hiç büyümeyen, içi dopdolu, kocamayan gönlüne

Pazar, Haziran 17, 2007

ütopya


Bugün yanımda olmanı istedim, olamadın oysa


senli olacak, tariflerini sordum kendime
malzemeler;

---
göz kararı birkaç söz
sözlerinde aklının aydınlığı olmalı dedim.
---
kararlı, güzel bakışlar
yaşamda güven ve sevgi sağlayan
---
bir tutam, iç sızısı ..
vicdanı sağlam muhasebe yeteneği güçlü
---
silme bir kaşık, tuz ..
ölçülü gözyaşları için tad olmalı ki
sahip olduğu gücünü kullanırken zayıfları hissedebilsin
---
yapılışı;
tüm siteleri ziyaret ettim bir bir.
daha çok çeşitte malzemeler bulmuş; bunları anlatan, gösteren, yetenekli insanlar
( dinledim)
Hikaye olup anlatılan ve adanılan yaşamlar kurduklarından bahsettiler
ve hep iyi tarifleri okudum, kötüleriyle ilgilenmiyorum.
Seni anlatan bendeki tarifini ise aramaktayım

yağını yazıya koydum, ateşi kıstım :)
mümkün olsan
malzemeler var, ben tarifi hala arasam da..


devam edecek....

Cumartesi, Haziran 16, 2007

Youtube

Youtube la öğrenme saati.
İzlediklerinizden sonra, her şey daha farklı görünecek

Bir ülkenin öyküsü, örnekleri çok tanıdık ve mutlaka izlemeli..

Tarih, tekkerrürden ibaret bir sahne ise
vay halimize !..


http://www.youtube.com/watch?v=wZlOkbHnBKY&NR=1

http://www.youtube.com/watch?v=De9g4mxg08I

Perşembe, Mayıs 31, 2007

Fotoğraf Sergisi: Savaş

Savaş fotoğrafları, büyük insanlık dersleri verir.

Kurgusal fotoğraflar etiketli yazılarımda, çok etkilendiğim fotoğraflar üzerine yorum yazıyorum.

Bazılarındaysa söz biter... işte bu örneklerdendir savaşın fotoğrafı.
Sayfamı ziyaret edenlere, küçük küçük fotoğraf sergileri yapmayı istedim.
Sergi, Coşkun Aral fotoğraflarının bir kısmından oluştu:
Lübnan, 1982-1997 Savaşın izleri sadece insanların vücutlarına, yüzlerine ve göz bebeklerine işlemiyor. İnsanın en mahrem alanı olan mekanlar da savaştan nasibini alıyor. Havan mermilerinin açtığı oyuklar, roket ve mermi delikleri, binaların savaşa, "tehlikeli ışığa" bakan cephelerini sürrealist bir tabloya dönüştürmüş. Beyrut, dünyanın en büyük sürrealist eserler müzesi. Üstelik giriş bedava. Peki çıkış var mı?

Afganistan, 1983-1996 İnançlara her zaman saygı duydum. Ayırt etmeden birini diğerinden, hepsini kutsal saydım. Kutsal isyanlarını objektifimle ölümsüzleştirirken, ne yazık ki tanık olduğum zaferler yeni vahşetleri doğurdu çoğu zaman. Katil ve kurban değişik mekan ve zamanlarda o kadar kolay yer değiştirebiliyorlar ki, onları birbirinden ayırt etmek neredeyse imkansızlaşıyor.


Romanya, 1989 Çiçek her yerde güzel, özellikle burada. Açılmaz bir mühür gibi



İran, 1980-1989 Cioran'ın, "İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur." sözü geldi aklıma. Haklı galiba.

İran, 1980-1989 İran Beheşti-Zehra 1989 "Cinayeti öğrendiler.... Onlara öylesine heyecan veriyorduki bu, spor olsun diye birbirlerini öldürmeye başladılar ve savaşı buldular; en büyük adım buydu onlar için...." Bernard Shaw


Kuzey Irak, 1990-1991 Bu, "açlığın eli"dir. Her savaşta görülür. Bazen savaş olmasa da!


Lübnan, 1982-1997 Saleh arkadaşımdı. Bir obüs mermisinin patlaması sonucu, önce sağ gözünü, sonra aklını yitirdi. Patlamaya neden olduğumu düşünürek, beni öldürmeye kalktı.

Saleh arkadaşımdı.

Lübnan, 1982-1997 Askerin önünde, namlusunu yönlendirdiği yerde bir hedef yok. Kendini elindeki silahıyla özdeşleştiren, elindeki silahı bir organına dönüştüren bu savaşçı, sadece aldığı haz nedeniyle ateş ediyor. Bu haz, nedenleri ve sonuçları itibariyle gerçekten de korkutucu.


Lübnan, 1982-1997 Yer Hizbullah kampı, Beyrut. Güney Banliyö.
Bildiğim tek şey onların artık çocuk olmadıklarıydı.


Ruanda, 1994 Beziers Piskoposu, Fransa'nın güneyindeki Katoliklerin, Katharlara karşı başlattığı Haçlı Seferi sırasında şöyle der:

"Hepsini öldürün! Tanrı kendininkileri ayıracaktır."


Lübnan, 1982-1997 "Hiç bir askerden düşünmesini beklemem ben" Bernard Shaw

Pazar, Mayıs 27, 2007

Karanlıktaki Yol

Hayatları boyu, karanlıkta yol alan, çalışan, yaşayanlar için

önemli olan ;
bir şekilde, sadece varmak mı?

..
.
Karanlıkta bilmediğiniz yollarda, en ışıklı, gösterişli yerler pusula olarak kullanılır.

Saat neredeyse 1 ve ışıklandırması devre dışı bırakılan Gebze yolundan, evime gidiyorum. Düzgün bir yol tarif ettiler.

Dediklerini içimden tekrarlıyorum.

Korkmaya başladım.

İleride bir petrol ofisi olmalı, oraya kadar düz gitmeliyim.
Yolu bilmediğim için çevredeki yollara sapamıyorum. Ne kadar çok uzadı, geri dönsem, korkuyorum..
Benzin istasyonundan sağa dönen yola girip, dümdüz ilerlemeliyim.
Birazdan bitecek..
Birazdan bulurum..

Evet sonunda benzin istasyonuna geldim .. Oh çok şükür, bildiğim yola çıktım.
Çok şükür..
bundan sonrası için sorun yok.
Yolu biliyor olmanın rahatlığıyla, tamamen karanlıkta olsa şehrin caddeleri, beş metre önümü aydınlatan farlarla eve kadar gidebilirim.
..
Bir kaç hafta sonra...
..
Dün bizimkilerle Bolu ya gittik, bir gezi grubuyla birlikte temiz hava almak ve yorgunluğumuzu atmak için. Sağ tarafta Gebze yolu nu farkettim, hani daha önce ilerlediğim o karanlık yolu. Gün ışığıyla görünce ne kadar şaşırdım anlatamam.
Hani o ışıl ışıl kurtarıcı olan Petrol Ofisi,
küçücükmüş meğer!

güneş, karanlıkla arasındaki bütün gerçeği gösterdi.
..
.

Kötü adamlar, karanlıkta çıkar ve karanlıkta yol alana, çıkış (kurtuluş) olarak ihtişamlı görünebilir.
Karanlıklar böyle!
korkumuz arttıkça, olanı farklı gösterme ustası..
ışığı, tabelasıyla yol olan adamlarla dolu.

Taaki bir sonraki ışığa kadar yada yolunuzu kaybetmediğiniz sürece, bildiğiniz yola gelene kadar, dayanın.
Dayanmak güçte olsa..
İnanın..!
Karanlık, kendini aydınlığa bıraktığında, o ışıklı adamların pespayeliğini görün diye..

Cuma, Mayıs 25, 2007

Büyük Hediye

Sanırım birisi için verilebilecek en değerli hediye,
bazen basitçe ona kendisini sunabilmek, farkettirmektir.

Bana, dünyanızdaki beni anlatarak, en güzel hediyeyi, verdiniz.

Hediyelerinizin;
ne karton kutulara, nede ambalajlı kurdelalara ihtiyacı olmadı.

teşekkür ederim rehav@


teşekkür ederim sevenmonths

Belki en fazla bu yazınıza, katkı sağlamakta zorlandım.

Oyun yada fal,

yaptığınıza karşılık veremememin,
devam ettirememim nedeni; benim hediye vermeyi sevenlerden olmam ve sahiden utanmam..

Yollarımızın kesiştiği yer blog yazıları da olsa, tanışmaktan çok memnunum.

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Ziyaretçiler


İşyerine gelen ziyaretçilerim oluyor, nadiren!
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaş, bir bardak çay bahanesiyle, yapabileceğimiz en dolu sohbet için gelir.
Daha kapıdayken; bir an önce konuşmaya başlarız, gözlerimizle, sesimizle, hızlı hızlı hemde.
Böyle zamanlarda, her an bir iş çıkabilir nede olsa :)

İşyerinde kurtulmak için sürekli uğraştığınız, ziyaretçiler vardır.
Çoğunlukla yan odada, yada bir kaç masa ötende olur ve hep sonuçlarından rahatsız olduğum bir hale sokarlar beni.
Hani işin yığılı olduğunda, bunu en iyi anlayacak olan kişi de olsa, umursamaz.
Sadece anlayış beklemiyorum, ilgisi yok yani..
Sitem etmek onun hakkı gibi ve sanki suçlu sizmişsiniz gibi davranıp, zamansız zamanlarda yapar çünkü zaman hırsızıdır ve bunu sever.
Sorun yumağı gibi düğümlüdür, anlatır anlatır... Aynı işyerinde olmak, işlerinizle onu birbirinden 2 saat uzak tutmayı zorlaştırır. Sonunda sizi pes ettirecek kadar ısrarcı da olur bunlar :)

İşyerinde uzun süre yanınızda kalabilen ziyaretçilerimiz olur nadiren.
Annenin yada babanın başka bir seçeneği yoksa,
sessiz olması şartıyla, sadece bilgisayarda oyun oynama vaadiyle,
saatlerce kalabilirler yanımızda.
Bu misafirler, onca ikaza rağmen ne yapar? herkesin misafiri kimliğine, bir gülüşleriyle girebilirler, büyülerler gülümsemesini göreni ve bütün iş kuralları bitmiştir artık.
Kim bayılmaz ki onların gelmesine?
soldan sağa; ben, hepimizin misafiri ve fedex

büyüledi bizi, fedex le birlikte ziyaretçimizi biraz sohbete zorladık.
tamam tamam, 4 saat zorladık :) ama sonra herşey göründüğü gibi oldu

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Aslan Gezmiş İnan

Zihinde hemen yerbulan bazı özellikleriyle, insanlar;
iyi-kötü yada kendine münhasır olan etkin insanları sadece soyadıyla anar.
İsmini ise soyad daha öne çıktığından nadiren kullanır.

Bu davranış bilinçsizce oluşur ve kesinlikle aristokrasiden kaynaklanarak yapılmaz.
Soyadının sürdürülmesi, adın sürdürülmesinden daha önemlidir. Bu nedenle pek çok kez sanatta, işyerinde, üründe hatta önderlikte, soyadı şan olur.

Albert Einstein, George Bush, Adolf Hitler , William Shakespeare, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Thomas Alva Edison, Michael Schumacher ...
Mustafa Kemal Atatürk, Süleyman Demirel, Ömer Hayyam,Vehbi Koç, Turgut Özal, Sakıp Sabancı, Adnan Menderes, Mehmet Yaşar Büyükanıt.... v.b.
(..)

68 kuşağının; korkusuz, zeki, ahlaklı, onurlu, vatansever.. çocuklarındandı onlar
ve çocuk olarak kaldılar hep 21 yaşında.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.1972.
Karar, hukuki değil siyasiydi.

Sabahın karanlığında aldılar sizi aceleyle;
Deniz Gezmiş

Yusuf Aslan

Hüseyin İnan

Soyismi sıralamasını yapınca bakın ne buldum bana ilginç geldi.
Aslan Gezmiş İnan
Bir nedeni vardır elbet..
(..)

Sayın Kenan Evren, tüm etkinliğiyle ,o kadar zamanda ,
kimseler için Evren (kimselerin Evren'i) olamadı.
Bir nedeni vardır elbet..

Pazar, Mayıs 06, 2007

Hıdırellez

Haydi yakala bugün umudu,
Dile dilediğince..
Bildiğince yürü dileklerine doğru,
Kimse senden daha yakın olabilir mi aynı düşe?
Sayki öyle! Ne çıkar?
Vazgeçme..!
Dileğini yapabileceğin kadar, yer var evrende..
Önce dile umutluca, sonra hep bunu düşün!

İçimde, çoktan fırtınalı denize dönen, dileklerim akıyor.
Usulca;
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
hiç bitmiyor istediklerim
o noktaların her biri, bazen hayal, bazen dilek taşıyor .
( evet çok açık yazdım ) Çok açık olması için sonuna kadar kullandım yazdığım kağıdı.

Sıradaki iş, hemen bir gül ağacı bulup bunu asmalıyım.
Sabah gül ağacında dileğimi bulamazsam, hemen olacak sanki!

Sabaha olurmu bunca dilek, hemen bu sabah olsa olur mu?

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Gerçek Hikaye

Mexico City'de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler, Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.
Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman'ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı'ya?
- Bütün kalbimle...
Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:
- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman'dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne 'İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi'nin kokartını iğneliyor. Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.
Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...
Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor.

Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Norman'ın da hayatı kararmış.

Tommie Smith diyor ki:
"Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."

Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama...
Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği'

İki amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.
Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.
Ve şimdi, aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın:


Melbourne'de yapılan cenaze töreni. 'Onurlu beyaz atlet' Peter Norman'ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos'un omuzlarında!

Üç 'eylem kardeşi' son kez omuz omuza...
Nasıl, muhteşem bir hikaye değil mi?

Cuma, Nisan 27, 2007

Kimdir Anonim !

Sevgili Anonim yada Anonymous a,

yazılar hakkında yorumlar yaparken beni tanımaya çalıştığını düşünüyorum. Belki de seni tanımam için yapıyorsun bunu.

Peki Anonim seni tanıma yolculuğuna çıkıyoruz. Önyargılı bir yazı olacağı kesin, ama sen dilersen yorum yaparak daha iyi anlatırsın kendini.

Tanışmanın evrelerini değiştiriyoruz. Bu da seninle yaptığımız ilk ortak iş olsun. Kendini tanıma fırsatı sunmadığından, asosyalce davranıyorum biraz.. Google da ismini yazdım resimlerine bakıyorum. Sonuçlardan çıkan fikirlerim;

İlk aramamda gölgeli bir silüetsin, işte resmini buldum. Daha çok maske denebilir. Biraz gölgene baktım belki birşey anlatırsın diye, hiç ses yok. Belli ki daha aramamı istiyorsun. Korkundan değil, kendini karanlıkta tutarak eğleniyorsun :)

Araştırmamı biraz ilerletiyorum. Nerdeyse tüm bloglarda rastladım anonymous lara..

Meğer ne kadar çokmuşsun, ben bu işin içinden çıkabilecek miyim? bilmiyorum !

Her dili konuşuyorsun, her cinsiyettesin. Özgürsün.

Bazen bir türküsün, ANONİM demişler. İsmini belirleyemedikleri için sözlerini, hikayelerini derlemiş türkü oluşturmuşlar. Sanatkarsın.

Çoğu zamansa sadece bir yorumcu. Kesinlikle hafife alınmayı alay edilmeyi sevmiyorsun. Küçük bir kısmınız ise böyle olduğunda, meydan okuyor, deşifre ediyor kendini. Nüktedansın.

Bu nedenle çok şikayetçin olmuş. Kavgalar olmuş. Amacın kavga etmek değil bence, sadece isim taşımama cesaretiyle yazmışsın. Sen busun işte! demişsin gizemini sürdürmeye devam ederek.

Kitaplar, yazılardan sonra bloglara geçen bir hayattasın. Dünyanı, ismini buralarda kurmuşsun. Popülersin.

Belkide tanışmak, sorumluluğunu yaşamak istemiyorsun. İsimle yorum yapmak istesen, anonim olur musun hiç?

Blog lardan Anonim e Not:

Ben senin ismini bilme ihtimalini sevdim :D çok eğlendim iyiki varsın..

Anonim yorum bırakabilirsiniz. :)

Pazartesi, Nisan 23, 2007

Zıttıyla İnsan

Kuşku götürmez ki herşey zıttını yaratır.
Özellikle duygularda, duyularda, gözle görülmesi mümkün olmayanlarda.
Bu nedenle zıt ifadeler aranır ve çoğaltılır
iyi-kötüyü
melek-şeytanı
varlık-yokluğu
mutluluk-üzüntüyü
aşk-nefreti doğurur ve daha iyi anlamamıza sebep olur.

Zıtlıklar,
öncelikle bu kavramları düşünenlere gerekli ana malzeme olabilir..

Bu durumda, insanın zıttı arayışına geçildiğinde ne oluyor?
Aslında karmaşam yok. Zıtlık, düşünülerek bulunur
o vakit insanın düşünmesini öne çıkarırım ve hayvan zıttıdır diyebilirim.
Sanırım farklı düşünende olabilir.

Normalde varlıklarda zıtlık aramam ama bir cevabı olsun diye
insan-hayvan karşıtlığını kullanabilirim.

Bu yüzyıllardır değişmeyen konu olan, insanı çözme derdinden oluyor.
İnsan olmak bahanesiyle yaşama devam ediyorsak;
yaptıklarımızın daha güzelini de yapabiliriz, bu yaşa kadar öğrendiklerimiz bizde gizli mi kalacak ? Saçmak gerekmez mi ortalık yere, sadece kendine mi saklayacaksın doğruları!
..
.
Mesela ilkokulda,
saygı, erdem, onur, fazilet, hoşgörü v.s. dersleri olmalı !
bu sayede farkımız arttıkça, insan-hayvan karşılaştırmasında ağırlığı, insanlık yönünde daha çok yükselebilir..

Son zamanlarda insani değerlerimizi kaybediyoruz
-Nerde kaldı o eski zamanlar, insanlık ölmüş
-Eğitim cehaleti alır eşşeklik baki kalır
isyanları bu nedenle artıyor.

Kullanımı unutulan ve tamamen insana has olan bu özellikleri öğrenmek,
çok zaman alabilir, büyük hatalarla öğrenilebilir veya tamiri mümkün bile olmayabilir.
Duygusal zekamızı, boşa çıkarıp
sadece beyindeki sayısal ve görsel alanla ilgili eğitim, yarım değil mi?
Küçük yaşta öğretilenler, yaşamın geri kalanında yaşanan tecrübelere çok katkılı olmaz mı?

Birbirine daha sıkı sarılmanın,
onurun, erdemlerle kuşatmanın tanımları, insan ilişkileri, Japonya da neden farklı? Onlarda, bizde insanken..

Bu yazı;
iş arkadaşını öldüren emekli öğretmen(Gebze),
kafa kesebilen gençler (Malatya),
hiç tanımadığına kin güden, sevgisizleşen, silah çeken (İstanbul-Ankara-Sivas-Çorum-Samsun-Trabzon-Edirne-Diyarbakır-Şırnak-İzmir v.s. ) her şehrin insanına..
sizler lütfen üzerinize alının !

günlerdir, yıllardır çok ağır yaralıyorsunuz insanlığı
bu yazı olup bitene sessiz kalamadığım çığlığımdır hepsi bu kadar.

Hayvanlardan farkımız var ve bu olaylara alışmak istemiyorum.

Cumartesi, Nisan 14, 2007

Davetsiz Misafirim

Bazı ilişkilerin başında büyük merak varsa ve keyif dolu başlamışsa hani
sonra hatıraları, sendeki izleri, nedensiz hatırlamalarla tekrarlarsa
yada ne bileyim ben unutamıyorum galiba.

Ç. ile hiç bir resmimiz olmadı.. Bu nedenle bu yazınında resimsiz olmasını uygun buldum.
Yaşamına dahil olduğum 6 aylık tanıklığımda, görsel hiç bir kayıt tutmadık.
Bu duyuyu kapalı yaşamak, birini tanımak unutulur şey değil.. İsterseniz deneyebilirsiniz.
İlk günden ,
Çok sesli müziği sevdiğimi bilen bir arkadaşımla sizin koronuzu dinlemeye gelmiştim.
Sonra hani konser arasında yanımıza geldin biraz konuşmuştuk, senin sesinin bir ara patladığını söylediğimde, gülmüştün.
Çıkışta lokanta ya gittik sen hasta olduğun için çorba söyledin, bende limon istemiştim iyi gelir dedim. Sanırım orda, bir çorba içiminde davetsiz misafirliğim başladı. Daha sonra, başka bir konsere gelmemi istedin "biletler bende var" deyip.

Sinemaya gittik filmin görüntülerini anlattım sanki daha önce yapmışım gibi.
Biliyor musun sinemaya giderken, nasıl seyredeceğimizi çok merak ettim ama bunu itiraf etmek yerine akışına bırakmak istedim.
Umarım keyfiyle görüntüleri canlandırabilmişimdir.

Taksimdeki koro çalışmaların için Altı Nokta Körler derneğine uğradığımızda, dünyana yaklaştırdın ilk kez
hiç bu kadar farklı görmemiştim ben hayatı.

Sana ev aradık tam iki hafta ve müthiş 3'lü ekibimizle, gezmediğimiz ev kalmadı
Evlerin birindeki basit pimapen pencereyi, kulbunu bulamadığımdan açamamış, yardım istemiştim, açma yöntemini keşfetmen emlakçıyı ve bizi çok şaşırtmıştı. Evet Ç. beni çok şaşırtıyordun..

Körler ve az görenlerin, çeşitli bilgisayar programlarını kullanmaları ve web sayfalarını incelemeleri için, ekranda görüntülenen bilgileri büyüten ya da seslendirilmesini sağlayan yazılımlarla tanıştım.
Monitörü kapalı PC de oyun oynamayı öğretmeye çalışmıştın ya,
ben hala o oyunda koşan adamı bile anlamadım :)

Hani Boğaziçi Üniversitesine gidip çimene yayıldığımız günün sonrası,
Üsküdar da evine gideceğin minibüs hattını ararken
gözlerini yanındaki için daha dikkatli kullanmanın ne kadar yorduğunu ilk kez o gün hissettim sanki yerinden çıkacak gibi ağrıyordu.
O güne kadar aslında nasılda gördüklerime odaklanmadan yaşadığımı öğrendim. Öğrenirken ne kadar yorucu olduğunu anlatamam.

Sen şu körebe oyununun hayattaki en gözde ebesisin.. Hep canlı, hep hareketli, koşardın ya elimden tutup, sana tüm edilgenliğimle uyardım bende. Bunun tehlikesini düşünmek istemedim hiç..
İstediğim zaten yaşamını hep zorlaştıran engellerin, olmadığını düşün ben yanındayken. Tut elimi koş
Evlenmişsin buna çok sevindim bilsem seve seve gelirdim nikaha. Evine gelmek istiyorum umarım adresini bulurum.

Benden daha vefalı çıktın bu gece, davetsiz çat kapı geldin. Hoşgeldin..

Cuma, Nisan 13, 2007

Cumhuriyet Yürüyüşü







Karikatürler, yaşadığın zamana alaycı bakıştır.
Evet her zaman varolana muhaliftir, mizahidir, düşündürür ..
Gel görki karikatürün varlık nedeni olan bu özelliği karikatüristin çilesi olur.. :)
galiba mizah yapıyor ve abartıyor diye çizerin yaşam şeklini zorlayarak gülenlerde var
bu komik olaylar yaratıcılığı arttırmaz mı?
var olun emi..!

Pazartesi, Nisan 02, 2007

Yazılar Baş Tacımız

En iyi blog

Hep merak ederdim sayfayı, yayınladığımdan bu güne kadar nasıl bir izlenim verdim. Öyle ya beni hiç tanımayanlar veya tanıyanlar okuyacak, üstelik çekinmeden içimdeki duygularımla konuşuyorum.
eniyiblog Nisan ayı yarışmasında, ilk 10 kişi arasına girdiğimi duyurdu.
İlginç bir deneyim oluyor benim için aslında hiç bir zaman bu şekilde iddialı olmadım.
Yazı yazan şunu bilirki! yazılarının her birini okunuyor, yorum alıyor görmek, zaten taç takmış kadar mutlu hissettirir.
Listede olmak; "EniyiBlog ekibinin beğenisi " demek
işte tüm merakımın yanıtı oldu bunu görmek.
8 Nisanda oylama bitecek, oylama sonucu bir birinci seçildiğinde bu merakta giderilmiş olacak..
Birçok başvuru içinde değerlendirmeleriyle listeyi oluşturan, EniyiBlog ekibine teşekkürler ..
Elemelerle seçilen bu güzel ilk 10' u, sayfalarındaki başarılarından dolayı kutlarım.

sanalkaralama.blogspot.com
melissa2.blogcu.com
darkfeza.blogcu.com
googleosman.blogspot.com
sessizsenfoni.blogcu.com
sevgisiir.blogcu.com
denizincileri.blogcu.com
eminedantelorgu.blogcu.com
ayla01.blogcu.com
izmirligozuyle.blogcu.com
Bu eğlenceli günlerde katılım sağlayan, tanıdığım tanımadığım herkeze,
hatıra olarak tacın parçalarında göndereceğimi iletmeyi borç bilirim.. :)

Pazar, Nisan 01, 2007

Şakacıların Günü

Bu günü unutmayan şakacılar Dikkat edin!

ve şakaya yakalanmış ama hiç eğlenmeyen sazanlar, tavsiyem Aman bu gün her şeye atlamayın!



1 Nisan şakacıların abartmaları ve yapılanların unutulmamasıyla hatırlanır.
Şakacılara özel bir tavsiye, becerebilinirse şaka madurunun gülmesi gerekir..
Yoksa bir ömür unutulmaz ve hep aynı şekilde anılırsınız :)

Ve kötü şakalananlara, tesbitim şudur ki !
olan olmuş ve şakacı çok eğleniyorsa
o dakikadan sonra bugün şakacıların günü artık, sizin değil .. :) sakın takılmayın