Perşembe, Mayıs 31, 2007

Fotoğraf Sergisi: Savaş

Savaş fotoğrafları, büyük insanlık dersleri verir.

Kurgusal fotoğraflar etiketli yazılarımda, çok etkilendiğim fotoğraflar üzerine yorum yazıyorum.

Bazılarındaysa söz biter... işte bu örneklerdendir savaşın fotoğrafı.
Sayfamı ziyaret edenlere, küçük küçük fotoğraf sergileri yapmayı istedim.
Sergi, Coşkun Aral fotoğraflarının bir kısmından oluştu:
Lübnan, 1982-1997 Savaşın izleri sadece insanların vücutlarına, yüzlerine ve göz bebeklerine işlemiyor. İnsanın en mahrem alanı olan mekanlar da savaştan nasibini alıyor. Havan mermilerinin açtığı oyuklar, roket ve mermi delikleri, binaların savaşa, "tehlikeli ışığa" bakan cephelerini sürrealist bir tabloya dönüştürmüş. Beyrut, dünyanın en büyük sürrealist eserler müzesi. Üstelik giriş bedava. Peki çıkış var mı?

Afganistan, 1983-1996 İnançlara her zaman saygı duydum. Ayırt etmeden birini diğerinden, hepsini kutsal saydım. Kutsal isyanlarını objektifimle ölümsüzleştirirken, ne yazık ki tanık olduğum zaferler yeni vahşetleri doğurdu çoğu zaman. Katil ve kurban değişik mekan ve zamanlarda o kadar kolay yer değiştirebiliyorlar ki, onları birbirinden ayırt etmek neredeyse imkansızlaşıyor.


Romanya, 1989 Çiçek her yerde güzel, özellikle burada. Açılmaz bir mühür gibi



İran, 1980-1989 Cioran'ın, "İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur." sözü geldi aklıma. Haklı galiba.

İran, 1980-1989 İran Beheşti-Zehra 1989 "Cinayeti öğrendiler.... Onlara öylesine heyecan veriyorduki bu, spor olsun diye birbirlerini öldürmeye başladılar ve savaşı buldular; en büyük adım buydu onlar için...." Bernard Shaw


Kuzey Irak, 1990-1991 Bu, "açlığın eli"dir. Her savaşta görülür. Bazen savaş olmasa da!


Lübnan, 1982-1997 Saleh arkadaşımdı. Bir obüs mermisinin patlaması sonucu, önce sağ gözünü, sonra aklını yitirdi. Patlamaya neden olduğumu düşünürek, beni öldürmeye kalktı.

Saleh arkadaşımdı.

Lübnan, 1982-1997 Askerin önünde, namlusunu yönlendirdiği yerde bir hedef yok. Kendini elindeki silahıyla özdeşleştiren, elindeki silahı bir organına dönüştüren bu savaşçı, sadece aldığı haz nedeniyle ateş ediyor. Bu haz, nedenleri ve sonuçları itibariyle gerçekten de korkutucu.


Lübnan, 1982-1997 Yer Hizbullah kampı, Beyrut. Güney Banliyö.
Bildiğim tek şey onların artık çocuk olmadıklarıydı.


Ruanda, 1994 Beziers Piskoposu, Fransa'nın güneyindeki Katoliklerin, Katharlara karşı başlattığı Haçlı Seferi sırasında şöyle der:

"Hepsini öldürün! Tanrı kendininkileri ayıracaktır."


Lübnan, 1982-1997 "Hiç bir askerden düşünmesini beklemem ben" Bernard Shaw

Pazar, Mayıs 27, 2007

Karanlıktaki Yol

Hayatları boyu, karanlıkta yol alan, çalışan, yaşayanlar için

önemli olan ;
bir şekilde, sadece varmak mı?

..
.
Karanlıkta bilmediğiniz yollarda, en ışıklı, gösterişli yerler pusula olarak kullanılır.

Saat neredeyse 1 ve ışıklandırması devre dışı bırakılan Gebze yolundan, evime gidiyorum. Düzgün bir yol tarif ettiler.

Dediklerini içimden tekrarlıyorum.

Korkmaya başladım.

İleride bir petrol ofisi olmalı, oraya kadar düz gitmeliyim.
Yolu bilmediğim için çevredeki yollara sapamıyorum. Ne kadar çok uzadı, geri dönsem, korkuyorum..
Benzin istasyonundan sağa dönen yola girip, dümdüz ilerlemeliyim.
Birazdan bitecek..
Birazdan bulurum..

Evet sonunda benzin istasyonuna geldim .. Oh çok şükür, bildiğim yola çıktım.
Çok şükür..
bundan sonrası için sorun yok.
Yolu biliyor olmanın rahatlığıyla, tamamen karanlıkta olsa şehrin caddeleri, beş metre önümü aydınlatan farlarla eve kadar gidebilirim.
..
Bir kaç hafta sonra...
..
Dün bizimkilerle Bolu ya gittik, bir gezi grubuyla birlikte temiz hava almak ve yorgunluğumuzu atmak için. Sağ tarafta Gebze yolu nu farkettim, hani daha önce ilerlediğim o karanlık yolu. Gün ışığıyla görünce ne kadar şaşırdım anlatamam.
Hani o ışıl ışıl kurtarıcı olan Petrol Ofisi,
küçücükmüş meğer!

güneş, karanlıkla arasındaki bütün gerçeği gösterdi.
..
.

Kötü adamlar, karanlıkta çıkar ve karanlıkta yol alana, çıkış (kurtuluş) olarak ihtişamlı görünebilir.
Karanlıklar böyle!
korkumuz arttıkça, olanı farklı gösterme ustası..
ışığı, tabelasıyla yol olan adamlarla dolu.

Taaki bir sonraki ışığa kadar yada yolunuzu kaybetmediğiniz sürece, bildiğiniz yola gelene kadar, dayanın.
Dayanmak güçte olsa..
İnanın..!
Karanlık, kendini aydınlığa bıraktığında, o ışıklı adamların pespayeliğini görün diye..

Cuma, Mayıs 25, 2007

Büyük Hediye

Sanırım birisi için verilebilecek en değerli hediye,
bazen basitçe ona kendisini sunabilmek, farkettirmektir.

Bana, dünyanızdaki beni anlatarak, en güzel hediyeyi, verdiniz.

Hediyelerinizin;
ne karton kutulara, nede ambalajlı kurdelalara ihtiyacı olmadı.

teşekkür ederim rehav@


teşekkür ederim sevenmonths

Belki en fazla bu yazınıza, katkı sağlamakta zorlandım.

Oyun yada fal,

yaptığınıza karşılık veremememin,
devam ettirememim nedeni; benim hediye vermeyi sevenlerden olmam ve sahiden utanmam..

Yollarımızın kesiştiği yer blog yazıları da olsa, tanışmaktan çok memnunum.

Pazartesi, Mayıs 14, 2007

Ziyaretçiler


İşyerine gelen ziyaretçilerim oluyor, nadiren!
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaş, bir bardak çay bahanesiyle, yapabileceğimiz en dolu sohbet için gelir.
Daha kapıdayken; bir an önce konuşmaya başlarız, gözlerimizle, sesimizle, hızlı hızlı hemde.
Böyle zamanlarda, her an bir iş çıkabilir nede olsa :)

İşyerinde kurtulmak için sürekli uğraştığınız, ziyaretçiler vardır.
Çoğunlukla yan odada, yada bir kaç masa ötende olur ve hep sonuçlarından rahatsız olduğum bir hale sokarlar beni.
Hani işin yığılı olduğunda, bunu en iyi anlayacak olan kişi de olsa, umursamaz.
Sadece anlayış beklemiyorum, ilgisi yok yani..
Sitem etmek onun hakkı gibi ve sanki suçlu sizmişsiniz gibi davranıp, zamansız zamanlarda yapar çünkü zaman hırsızıdır ve bunu sever.
Sorun yumağı gibi düğümlüdür, anlatır anlatır... Aynı işyerinde olmak, işlerinizle onu birbirinden 2 saat uzak tutmayı zorlaştırır. Sonunda sizi pes ettirecek kadar ısrarcı da olur bunlar :)

İşyerinde uzun süre yanınızda kalabilen ziyaretçilerimiz olur nadiren.
Annenin yada babanın başka bir seçeneği yoksa,
sessiz olması şartıyla, sadece bilgisayarda oyun oynama vaadiyle,
saatlerce kalabilirler yanımızda.
Bu misafirler, onca ikaza rağmen ne yapar? herkesin misafiri kimliğine, bir gülüşleriyle girebilirler, büyülerler gülümsemesini göreni ve bütün iş kuralları bitmiştir artık.
Kim bayılmaz ki onların gelmesine?
soldan sağa; ben, hepimizin misafiri ve fedex

büyüledi bizi, fedex le birlikte ziyaretçimizi biraz sohbete zorladık.
tamam tamam, 4 saat zorladık :) ama sonra herşey göründüğü gibi oldu

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Aslan Gezmiş İnan

Zihinde hemen yerbulan bazı özellikleriyle, insanlar;
iyi-kötü yada kendine münhasır olan etkin insanları sadece soyadıyla anar.
İsmini ise soyad daha öne çıktığından nadiren kullanır.

Bu davranış bilinçsizce oluşur ve kesinlikle aristokrasiden kaynaklanarak yapılmaz.
Soyadının sürdürülmesi, adın sürdürülmesinden daha önemlidir. Bu nedenle pek çok kez sanatta, işyerinde, üründe hatta önderlikte, soyadı şan olur.

Albert Einstein, George Bush, Adolf Hitler , William Shakespeare, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Thomas Alva Edison, Michael Schumacher ...
Mustafa Kemal Atatürk, Süleyman Demirel, Ömer Hayyam,Vehbi Koç, Turgut Özal, Sakıp Sabancı, Adnan Menderes, Mehmet Yaşar Büyükanıt.... v.b.
(..)

68 kuşağının; korkusuz, zeki, ahlaklı, onurlu, vatansever.. çocuklarındandı onlar
ve çocuk olarak kaldılar hep 21 yaşında.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.1972.
Karar, hukuki değil siyasiydi.

Sabahın karanlığında aldılar sizi aceleyle;
Deniz Gezmiş

Yusuf Aslan

Hüseyin İnan

Soyismi sıralamasını yapınca bakın ne buldum bana ilginç geldi.
Aslan Gezmiş İnan
Bir nedeni vardır elbet..
(..)

Sayın Kenan Evren, tüm etkinliğiyle ,o kadar zamanda ,
kimseler için Evren (kimselerin Evren'i) olamadı.
Bir nedeni vardır elbet..

Pazar, Mayıs 06, 2007

Hıdırellez

Haydi yakala bugün umudu,
Dile dilediğince..
Bildiğince yürü dileklerine doğru,
Kimse senden daha yakın olabilir mi aynı düşe?
Sayki öyle! Ne çıkar?
Vazgeçme..!
Dileğini yapabileceğin kadar, yer var evrende..
Önce dile umutluca, sonra hep bunu düşün!

İçimde, çoktan fırtınalı denize dönen, dileklerim akıyor.
Usulca;
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
..............................
hiç bitmiyor istediklerim
o noktaların her biri, bazen hayal, bazen dilek taşıyor .
( evet çok açık yazdım ) Çok açık olması için sonuna kadar kullandım yazdığım kağıdı.

Sıradaki iş, hemen bir gül ağacı bulup bunu asmalıyım.
Sabah gül ağacında dileğimi bulamazsam, hemen olacak sanki!

Sabaha olurmu bunca dilek, hemen bu sabah olsa olur mu?

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Gerçek Hikaye

Mexico City'de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler, Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.
Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman'ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı'ya?
- Bütün kalbimle...
Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:
- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman'dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne 'İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi'nin kokartını iğneliyor. Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.
Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...
Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor.

Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Norman'ın da hayatı kararmış.

Tommie Smith diyor ki:
"Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."

Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama...
Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği'

İki amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.
Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.
Ve şimdi, aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın:


Melbourne'de yapılan cenaze töreni. 'Onurlu beyaz atlet' Peter Norman'ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos'un omuzlarında!

Üç 'eylem kardeşi' son kez omuz omuza...
Nasıl, muhteşem bir hikaye değil mi?